Toplum İnsanını Suça İter Mi? Bir Hikâye
Bazı hikâyeler vardır, ne kadar çok anlatılsa da içindeki acıyı bir şekilde yeniden hissedersiniz. Birçok kez gözden geçirilmiş, ama her seferinde yeniden bir duygu dalgası yaratır. İşte böyle bir hikâye… Adı, Cengiz. Ve onun hayatı, bir sistemin, bir toplumun, insanları ne kadar dışlayıp yalnızlaştırabileceğini gözler önüne seriyor.
Cengiz, küçüklüğünden beri yalnızdı. Çocukluk arkadaşı, dünya derdini birlikte paylaştığı, en samimi arkadaşı aslında kendi hayal dünyasıydı. Annesiyle birlikte zor günler geçirdiği, babasının terk ettiği, sokaklarda yaşamaya alıştığı yıllar… Çoğu zaman yorgun, çoğu zaman açtı. Ama her seferinde biraz daha güçlü kalktı ayağa. Çünkü Cengiz’in içindeki direncin kaynağı, toplumun ona sunmaya gönüllü olmadığı, herkesin göz ardı ettiği bir şeydi: umut.
Bir gün bir iş buldu, temizlik yaparak başladığı bu iş ona dünyayı sunuyordu. Yavaş yavaş kazandığı para, bir yastık altı yapma hayali kuruyordu. Ama zaman geçtikçe, hayatına giren insanlar, ona başka bir şey öğretiyorlardı. Cengiz, içinde bulunduğu sistemin adaletsizliğini gözlemledikçe, bu dünyada hayatta kalmak için bazen kural dışı yollara başvurmanın gerekliliğini fark etti. Toplum onu zaten yoksun bırakmıştı, peki ya bu adalet gerçekten vardı?
Bir gün, iş yerinde müdürüyle karşılaştı. Müdürü, Cengiz’in çalışkanlığını takdir ederken ona yeni bir teklif sundu. “Daha fazla para kazanmak ister misin? Ama bu, biraz da farklı yollardan geçer…” dedi. Müdürünün gözlerinde, Cengiz’e sunduğu imkan bir anda parladı. Yapması gereken bir tek şey vardı: hırsızlık. Ama o an, Cengiz bunun ne kadar derin bir suç olduğunun farkındaydı. İçindeki vicdan, ona hala doğruyu söyleyen bir ses gibi geldi.
Bir yanda toplumun ona hiçbir değer vermediği, köşeye sıkışmış bir adam olarak acısına alışmış Cengiz vardı. Diğer yanda ise yapması gerekenin tek bir yol olduğu söylenen bir erkek stratejisi: çözüm odaklılık. Erkeklerin çoğu gibi, Cengiz’in de çözüm arayışı bazen doğrudan çözümü bulmasına, bazen de çözümü umursamamasına yol açıyordu. Bu içsel mücadele, kimliğini bulma ve hayatta kalma savaşıydı.
Ama bir şey değişti. Cengiz, aynı mahallede yaşayan bir kadına, Elif’e rastladı. Elif, her zaman Cengiz’in baktığı o dünyaya başka bir gözle bakıyordu. O, insanları anlamaya, içsel dünyalarına, yaşadıkları zorluklara empatik bir bakış açısıyla yaklaşarak çözüm arıyordu. Cengiz’in içinde bulunduğu karmaşaya bir çözüm bulmak, birisinin bu çileyi yüreğiyle anlamasıydı. “Cengiz,” dedi Elif bir gün, “toplum seni yalnızlaştırabilir, ama bu seni kimseye boyun eğdirmeye zorlamaz.”
Cengiz, Elif’in sözleriyle bir an durakladı. O kadar uzun zamandır çözümler arıyordu ki, ancak Elif’in empatik yaklaşımı, ona insani bir yanıt sunmuştu. Elif, onu yargılamadan, sadece dinleyerek bir fark yaratmıştı. Cengiz, Elif’in bakış açısından, toplumun insana sunduğu “çözümler” yerine, onun içindeki iyiliği yeniden bulmuştu. Ama iş işten geçmişti, müdürün teklifini reddetmesi gereken o anı geçirmişti.
Elif, Cengiz’in içsel çatışmasındaki anlamı fark etti. Erkeklerin çözüm odaklı yaklaşımı ve kadınların empatik yaklaşımı bazen dünyayı iki farklı şekilde algılamaya yol açabiliyor. Toplum, Cengiz gibi insanları bazen yalnızlaştırarak suç işlemeye iterken, birinin ona empatik bir şekilde yaklaşması, onu o adımın dışına çıkarabiliyor. Ancak bu durum, bir yol ayrımıydı. Cengiz’in kaderi, bu teklifin içine girmemesiyle şekillenecek miydi, yoksa toplum onu çaresiz bırakacak mıydı?
Hikâyenin sonunda Cengiz, suç işlemektense Elif’in öğrettikleriyle başa çıkmaya karar verdi. Ama içindeki hırs ve öfke, bazen kendisini, daha iyi bir yaşam kurma umuduyla hareket etmeye zorlayabiliyordu. Cengiz’in hikâyesi, hepimizi sormaya itiyor: Toplum insanı gerçekten suça itiyor mu? Yoksa kişi, bu toplumun yarattığı baskı altında sadece kendi seçimini mi yapıyor?
Peki, sizce toplumsal yapılar ve bireysel mücadele arasındaki sınır ne kadar keskin? Cengiz’in seçimleri ve içsel çatışmaları hakkında ne düşünüyorsunuz?